TÜRKİYE’DE KOLONYALİZM ENSTİTÜSÜ KURULABİLİR Mİ?
Servet Kızılay
Türkiye’nin Ulus Devlet sınırları (misak-i milli) İngilizler tarafından çizilmesine rağmen Osmanlıyı sanki hayaletler görünmeyen düşmanlar yıkmış gibidir. Yani yakın dönem Türk Siyasi Tarihinde en ucube sayılması gereken görüşler, tarihsel hakikat olarak toplumun her katmanına benimsetilmiştir. Bu durum, Ulus Devletin meşruiyet sorununa şifa olurken yönetilenlerde şizofreniye yol açan hastalıklara sebep olmuştur. Genel olarak Siyasal Tarih iki aksta yürümüş ve yürütülmüştür: İlki; Kahraman kültüyle ilerlerken, ikincisi; Eşsiz-benzersiz Biriciklik etrafında örülmüş siyasal konumla ilerlemiştir. İlkinde; bir kahraman çıkmış düşmanın hepsini yenmiş denize dökmüş devletin kurtuluşu da kuruluşu da sağlanmıştır. İkincisinde; Türkiye hiçbir devlete benzetilmeden hiçbir devletin siyasal gelişmeleriyle benzeşmeyen bir yapıdaymışçasına “nev-i şahsına münhasır”(kendine özgü ve özel) kılınmıştır. Bu biriciklik, hiçbir devlete benzememe ayrıcalığı, insanların siyasal tarihi değerlendirirken hem komşu-bölge ülkelerindeki gelişmelere hem de o zaman aralığında dünyada olan siyasi gelişmelere bakmayı engelleyip kör kalmayı sağlamıştır.
Toplamda bu iki siyasal tarih açısı devletin karar ve azmi ile geriye kalanların elinde kalan hakikate dönüşmüştür. Genelde de modern devletlerin yaptıkları şeyler, akademisyenlerin, aydınların, medyanın, STK’ların yardımıyla hikmetli ve hakikatli şeylere bürünmüştür. Kısacası burada devletin menfaatine uyan bir tarih, hepimizin gerçek tarihine evrilip sahiplenilmiştir. Tam da bu nokta; Türkiye’de Kolonyalizmin hem mantığını hem de işleyişini anlamakta büyük sorunlar teşkil etmiştir. “Türkiye diğer Arap ülkeleri gibi işgale uğramamış tek ülkedir” gibi iddialar, Arap devletlerini olumsuz biçimde ayırırken ve Türkiye’yi benzersiz kılarken öte yandan siyasal olay ve olguları ciddi manada manipüleye uğratmıştır. Türk Akademisi, Aydını devletin büyüklüğünü kahramanlığını devlete pazarlamakla bir ömür geçirmiş, bunu da düşünce adına ısrarla yapmıştır /yapmaktadır. Devlet de bunları duymak isteyen duydukça da övücülere daha fazla ulufe dağıtan bir yapıda kalmak istemiştir.
Türkiye’de Kolonyalizmin mantığını ve işleyişini anlamanın ilk yolu, bu sakat siyasal tarih algısından kurtulmaktır. Tanzimattan beri devam eden Kolonyalizm, tarihsel süreç boyunca esaslı olmasa da bazı değişimler geçirmiştir. Hiç olmazsa baştaki algılanmasıyla şimdiki konumu arasında ciddi farklılıklar mevcuttur. Haklı olarak mız mızlanarak yapılmak zorunda kalınan Batılılaşma daha sonraları her şart ve durumda yapılması gereken zorunluluk olarak insanların karşısına çıkmıştır. Giderek artan tempoyla Türkiye’de çıkarılan tüm yasalar ve düzenlemeler “kraldan çok kralcılık” esasına göre işlemeye başlamıştır. Bugün Avrupa’daki NATO karşıtı gösterileri yani efendilerin kendi içindeki gösterileri bile Türkiye’de kendine “muhalif” denilen TVlerin, haber merkezlerin vermemesi, sosyal medyada bu tür haberlerin yer almaması, kamuoyunun oluşmaması durumun vehametini gösterir niteliktedir. Batılılaşma Sistemin Seküler İdeolojisiyle ilerleyip kendini her alanda otoriter ve totaliter dayatırken Kolonyalizmin ana hattı değişmeden hatta tarihsel Kolonyalizmden bile kaba bir şekilde aynı kaldığı görülmüştür. Gelişmiş ülkeler; gelişmelerini kalkınmalarını ilerlemelerini sanıldığının aksine kendi üretimlerinin sonuçlarıyla elde edemedikleri ortadadır. İlmi veriler bizlere onların Afrika’yı sömürmeye devam edeceklerini ve hedeflerine ulaşmak için buna mecbur olduğunu söylemiştir. Buyüzden Kolonyalizmde daha detaylı araç gereçler geliştirilmiş olsa da amaç aynı sabitede kalmıştır. Alman silahlarının dünya üzerinde her 14 dakikada 1 insan öldürmesi, Fransa’nın 14 ülkeyi, İngiltere’nin 56 ülkeyi sömürmesi, ABD’nin dünya üzerinde 100’den fazla ülkeye musallat olması, gözümüzün önünde Irakta katledilen milyonlarca insan, Suriye’nin işgalinde İngiltere’nin ABD’nin rolü, Kolonyalist tutumu,… vb örnekler, sürekli olarak Kolonyalizmin ilk günkü gibi canlı, işlevsel olduğunu gözler önüne sergilemiştir. Post-kolonyal teoriler, akademisyenlerin onu yumuşatma ve manipüle gayretleri her şeye rağmen katı biçimde ortada durmuştur.
Türkiye aslında çok önceleri yapması gereken Kolonyalizm Enstitüsü kurma ve benzeri fikirleri şimdi istese bile yapamayacak durumdadır. Bu tren Türkiye için kaçmışa benziyor. Tam da dünya üzerinde Avrupa-merkezciliğin ciddi şekilde hırpalandığı, Kolonyalizme tepkilerin çığ gibi büyüdüğü, savaşların yuvasına (kolonyalistlere) döndüğü bir zamanda Türkiye; daha fazla o ipe sarılmayla, sekülerleşmeyle, onlara tampon ülke olma işlevini artırmayla sorununu çözeceğine inanmaktadır.
Kolonyalizm dünya üzerinde en örgütlü yapısıyla, rafine işleyiş biçimiyle herhangi bir devletin yani örgütsüzlerin üstesinden gelemeyeceği devasa boyuttadır fakat bir devletin azim ve kararlığıyla birçok sömürülen ülkeleri bilinçlendirilmesi, örgütlendirilmesi benzeri taktik ve stratejilerle karşı konulabilir. Hem düşünce-aydın hem de halk-kamuoyu düzeyiyle çalışmalar yürütülebilir. Dünya üzerinde canlılığını hayvanlığını sürdüren Kolonyalizm ve onun aktörlerinin hangi ülkelerde neler yaptığıyla ilgili verilerden insanlar kasıtlı olarak uzak tutulmaktadır. Bu durumda onun ortaya çıkardığı vahşeti anlama-algılama ve tavır geliştirme noktasında insanları sakat bırakmaktadır. Bilinç düzeyindeki bu körlük sistematik üretilmektedir. Böylelikle Türkiye’de kendine “anti-emperyalist” diyenler bile; mesela Fransa’nın dünya üzerinde kaç ülkeyi sömürdüğü, o ülkelerin durumu ya da güncel olarak 2022-2023 yılında Fransa’nın dünyada kaç kişi katlettiği… vb verilerden mahrum olarak boş kapta “muhalifliğini” sürdürmektedir. Bu düzenek Kolonyalizm için oldukça elverişli, kârlı, işlevsel bir zemin de sağlamaktadır. Tüm bu şartlar altında sisteme siyasal alanda bile olsa bir itiraz geliştiren Rusya’ya; Kolonyalizm Enstitüsü kurma, başta sömürge ülkeleri olmak üzere dünya ülkelerini bilinçlendirip örgütleme… vb fikrileri sunmak, daha mantıklı ve gerçekçi görülmektedir. Bu konuda olsa olsa Türkiye’den maksimum beklenti; Kolonyalizme ve aktörlerine karşı yarın oluşabilecek büyük itirazları, isyanları kıracak bir dalga kıran olmamasıdır. Böylelikle yarın bugün ona “gölge etme başka ihsan istemez senden!” denmemelidir.