Bu durumda, kuzenleriyle daha eşit bir şekilde etkileşim kurma şansı bulurdu. Ancak bu durum, Jon’un doğduğundan beri önemini sürekli olarak kafasına kazıyan bir ortamda büyümesi nedeniyle bazı zorluklara da yol açabilirdi.

Yine de, Lyanna’nın oğlu olmak, tıpkı Ned’in oğlu olmak gibi Jon üzerinde benzer bir etki yaratabilirdi. Kuzey’in onuruna bu kadar yakın büyümek, Jon’u Aegon V zamanından beri Westeros’un görmediği bir prens haline getirebilirdi. Ne yazık ki, Jon’un ebeveynleriyle yaşayabileceği herhangi bir hayat, Jon daha doğmadan ondan alındı.

Jon’un aile bağları, onu Game of Thrones’un en önemli karakterlerinden bazılarına, hem geçmişte yaşamış hem de hâlâ hayatta olanlara bağlar.

Bu kan bağlarının sonuçları, Jon’un mistik sanatlar konusunda diğer karakterlerin çoğundan daha büyük bir potansiyele sahip olduğunu gösteriyor. Ne yazık ki, bu yönleri tamamen keşfedilmeden, öngörülebilir bir sona götüren bir dönemeç tercih edildi.