DÜŞÜNMEZSEN ÖYLECE HAKARET EDERSİN
Zeynel Karataş
Müziğin melodisi, evrensel olsa da içeriğine yüklendiği anlam ile temsil alanını daraltır. Anadolu’da farklı karakterlerdeki türkü melodisi her kulağa hoş gelebilir. Türkülerin içeriği, hikayeleri ve hedefleri ona müzik olmanın ötesinde misyon yükler. Onun mimarı; sevgisini, inancını, fikirlerini, nefretini ve intikamını duygu hamurunda yoğurarak bir estetik sağlar. Ortaya çıkan eser; her zaman aşka dair değildir. Bazen ulaşamadığı makamlara, mekânlara ileti niteliğindedir. Varlığını ispat için “Bolu beyine” selam yollar, Pir’in dilinden “dostun attığı gülün” taştan daha fazla acı verdiğini anlatır. Kul Nesiminin ağzıyla; “gâh yeryüzünde gâh gökyüzünde” âlemi seyrederek felsefi bir bakış ortaya koyar. Yüz yüze söylenmeyecek gerçekleri sözcüklerde saklı manalarla aktarır. Yakın zamana kadar çaresiz, cesareti ve eğitim düzeyleri düşük insanlar daha çok türküler üzerinden meramlarını ifade ederdi. Dijital enformasyon ve yüksek eğitim düzeyi anlam yüklü melodilere ihtiyacı azalttı. Artık müziği daha çok kalabalık AVM’lerde gürültüyü bastırmak için dinliyoruz. Gençlerde ise müzik; melodinin ritmine kendini kaptırıp gerçek hayattan kopmak için kullanılıyor. Sanal bir âlem olan Sosyal Medya müziğin öncelik sıralamasını gerilere kaydırdı. İnsanlar, emek vermeden kendilerini teknolojinin içinde saklayarak, kalabalığın içinde gürültü koparabiliyor. Dünün çaresizliği, korkaklığı ve de cahilliği aktüel yaşamın içinde farklı kostümlerle konumunu korudu. Gelinen noktada her şey yeni baştan tanımlanmaya ihtiyaç duydu..
Alvin Toffler’e göre: "21. yüzyılın cahili okuyup yazamayanlar değil, aynı zamanda öğrenemeyen, unutamayan ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır." der. Artık okuyup yazmak, bilgili ve diploma sahibi olmak cahillikten kurtarmaya yetmiyor. Zihnen bir kişiye, düşünceye veya olaya takılı kalmak, sıralanmış öğretilere kapıları kapatmak Alvin Toffler’i haklı çıkartır. Ancak değişmeyen tek şey; cahillerin hakaret ve küfür dilinden vazgeçmemeleridir. Ortaya attıkları her küfür ve hakaret düşünürlerin fikirlerinden, hayatın gerçeklerinden daha fazla gündemde kalması neyin ihtiyacı olabilir ki? İnsanların hemen gerisinde duran gerçek hayata yüzlerini dönmesi beklenilen olarak kaldı.
Düşünce topografyasını yeryüzü misali tasavvur edip parselleyen zihniyetler, sınırları belli ülküler coğrafyasında yaşar. Yeryüzünde olduğu gibi öte ülküleri baskılayarak müstemlekece savururlar. Savrulan düşünceler daha geniş topraklarda tohumlanarak daha organize ve arınmış bir şekilde gün ışığında boy alır. İşte insanlık düşünce tarihi.. iki ileri bir geri ritmi ile geleceğe yol almaktadır. Geri hamlesine maruz kalanların tecrübesi iki ileri fırsatına rehberlik eder. Bu kavganın en önemli “ortak değeri” karşıtların bir birbirine bulaşırken öğrendiği kazanımların onları akrabalaştırmasıdır. Elbette fikir akımları birbirinin aynı değildir. Ancak insanlık adına kurguladıkları yorumların sözcükleri benzeşir. Konuma göre tarafların kolayca yer değiştirmesi anlaşılmalıdır. Hudutları belli olmayan düşünce coğrafyasında gezinenlerin sessiz çığlıkları çok az duyulur.
Her düşünce akımının kendine özgü renkleri ve tonlamaları vardır. Kültür ve yaşanmışlıklar onlara ayrı bir kimlik kazandırması doğaldır. Alt düzeydeki öğrenemeyenlerde ki çatışmalar da anlaşılırdır. Çekilen acılara takılmadan unutup, yeniden öğrenenlerin bilgeliğine ihtiyaç duyulur. Bilge, toptancı kimlik ayrıştırmasına gidemez, aidiyeti olmadığı dünyanın kabullenilebilir, genele uyumlu olanlarını görünür kılması gerekir. Nefret diline ve intikamcı eyleme sahiplere, bilgelik konumu sunulmamalıdır. Paylaşım yerine işgalci ve imhacı anlayış, kimliklerdeki renk ve tonlamaların taciridir. Taraf bulmakta zorlanmayan bu zihniyet, toplumunu zehirleyerek çatışmalardan kazançlı çıkar. Bu tür ortamlarda tarafsız kalmak veya ortak paydalarda birlikteliği savunmak, kişisel hak kayıplarında risk doğurur. Bu güzel insanların tek kazanımı çekildikleri kuytuda haklı kalmalarıdır.
Düşünce hareketleri tarih boyunca ekonomi, bilim ve sanatın geliştiği coğrafyalarda ortaya çıkması anlamlıdır. Son yüzyıllarda düşünce sistemlerini organize eden, ona yön veren kabul edilmelidir ki batı dünyasıdır. Dünyanın her coğrafyası özlerini korumaya çalışmakla birlikte batıdan referans almadan ilerleyememektedir. Bu düzenin farkında olan Batı; felsefeden ahlaka, bilimsel metodolojiden yaşam tarzına kadar her mesafeyi kendine yakınlaştırmış ve benzeştirmiştir. Süreç hızla devam ederken kadim medeniyetlerin tarihleri ile övünmeleri soruna çözüm getirmemektedir. Münferit düşünürlerin sentezleri kolektif akıntının gücü karşısında yetersiz kalmaktadır.
Cehaletin kol gezdiği bir coğrafyada İslam, düşüncenin sınırlarını zorlayarak insanlığın yüzünü geleceğe çevirdi. Kutsal kitap, düşünmeyi farz kılarken mutlak doğruya karşı şüpheci düşünceyi aktif bıraktı. İlk evrede camilerin ibadethane, medreselerin okul işlevi önemlidir. Şüpheci düşüncenin, cehaletin elinde ödediği bedellerin çoğalması, gelişimi yavaşlatmıştır. Zamanla kaynak kirlendikçe öz’den kopmalar başladı. Yüzlerce yıldır İslam medeniyeti kendi iklimi içinde kapalı bir havza oluşturdu. Dönüşen yeni koşullar yeniden öğrenmeyi zorlarken dar ve sığ zihniyetin tahammülsüzlüğü ortamı karartmıştır. Bu anlamda oluşan cehaletten nemalananlar kendilerini camianın temsilcisi (?) olarak gördü. Öte taraftan gerçek mütefekkirler, suskunluk veya hicret arasında tercihe zorlandı. Bu medeniyetin malum serüveni çarşıyı alışverişe kapatmıştır. Belki de biz kendimize yeteriz dedik ya da bizden olmayan her şeyi zamanı geçene kadar şeytanlaştırdık. Birilerinin çarşıyı alış verişe açma zamanı çoktan geçti. Dünün menkıbelerinde yaşadığımız dünya metaverse karşılık gelmiyor. Genç beyinlerimiz endüstri 4.0 sisteminde 5G teknolojisi ile düşünüyor. Onların önünde yürüyen ve takip edilen kaç aydınımız var?
Tarihin uzun bir kesitinde insan doğa ile etkileşim içinde olduğundan düşünce sistemi mekanik bir yapı içinde işlemiştir. Doğanın her hareketi ve her hamlesi neden sonuç ilişkisine dayalı bir döngü üzerinde kendisini göstermesi, düşünürleri de benzer bir döngü sistemine zorlamıştır. Akabinde nüfusun kentlerde toplanması, insanın doğadan çok birey-toplum etkileşimini öne çıkartmıştır. Ortak yaşam alanında üst üste yığılan kurallar zamanla kutsanmış, sonra da düşünce dünyasını bunaltmıştır. Yaşamın sokak, cadde ve çarşıya sıkıştığı şehirlerde, agresif ve aykırı çıkışlar çatışmacı bir ortam oluşturmuştur. İlginç olsa da farklı ideolojilerin temsilcileri büyük oranda bir arada yaşamayı kabullenmiştir. Adeta hipnotize edilmiş bir çağın içinde, bin yılların kadim kültürleri hiç yaşanmamışçasına davranıyoruz. Dijital teknoloji ile birlikte düşünce sanal âlemde gezinme fırsatını yakaladı. Rastgele bir sistemde, düzensizliğin keyfinde düşüncede gelişen entropi, insanlığı nereye taşıyacağını hep birlikte göreceğiz.
Geçimin/geçinmenin insan yaşamı için hayati olduğu bilinir. Anacak ekonominin her şeyden daha değerli olduğu bir çağ okunmadı. Tarih, farklı salgın hastalıkların eş zamanlı birçok ülkede toplu ölümlere yol açtığını yazdı. Fakat dünya ilk defa pandemi düzeyinde bir salgın hastalığı durduramıyor. Her milletin tarihi sayısız savaşın zaferi veya mağlubiyeti ile doludur. Lakin İnsanlık ilk defa kendi türünü yok edebilecek bir savaşı başlatmak için tüm bahaneleri hazırlıyor. Tabii hayatın bir olgusu olan doğal afetler, lokal düzeyde bıraktığı acıları kayıtlara geçti. Bunların hiç biri küresel ısınmanın tehdidi ölçeğinde değildi. Bu devasa sorunlar çığ gibi büyürken sorumluluk sahibi düşünürlerin “ne yapıyoruz” çığlıkları duyulmuyor. Oysa ki dünya herkese yetecek kadardı..
1980’li yıllarda köy odasının penceresine konulan radyodan, ya da teypten dinlenilen türkülerin melodisinden çok, sözlere yüklenen anlamlar insanları bağlardı. O insanlar, ifade edemedikleri düşüncelerinin karşılığını türkülerde bulurdu. O türkülerin kitabı kapandığında, doğan boşluğu dolduran “her neyse” birlikte düşünelim.