TEK FİKİR OLARAK MÜLTECİ KARŞITLIĞI

TEK FİKİR OLARAK MÜLTECİ KARŞITLIĞI

Servet Kızılay dibacedergisi@gmail.com

Mülteci karşıtlığı, giderek artan oranda toplumda bir karşılık bulmaya başladı. Artık hangi siyasi parti mültecileri paketlemekten bahsediyorsa yoğun bir ilgi görüyor. Bu gibi hadiseler ayrıca siyasetle sınırlı kalmayan birçok felaketi gösteriyor. Halkın genel olarak fikri olmadığı onun kanaatlerle hareket ettiği söylense de ülkede sadece halk değil, akademisyenin, aydının, medyanın, STKların da mülteciler konusunda nerdeyse aynı-tek fikirde daha doğrusu kanaatte olması şaşırtıcı durmuyor.

Mülteci karşıtlığı, “tek vatan, tek millet!” gibi yekpare bir kanaate dönüştü. Yani “Resmi Söylem” düzeyine çıkıp herkesi esir alır hale geldi. Halbuki; o mültecilerin oluşmasını sağlayan en büyük nedenlerden “Suriye Savaşı” da yine devletin (mutlak) tek fikri olarak herkesi esir almış, herkese hakikat olarak gelmiş, en uygun, en insani tavır şeklinde görünmüştü.

Demek ki; Savaşı yaparken de tek (mutlak) fikir, savaşın sonuçlarını kabullenmemek de hatta onu yok etmeye çalışmak da tek (mutlak) fikir olarak bizleri karşılıyor. Devlet hangi şeyin doğru olduğuna karar verdikten sonra o şeyin topluma kabul ettirilmesi kısacası hakikat olduğu anlatılması kolay oluyor. Tek fikrin kaynağı devlette süreç şöyle işliyor: Ya bir düşünceyi devletin söylemesi yahut devletin bir düşünceyi üstlenip kendininmiş gibi anlatması gerekiyor. O hâlde bu durumda hepimizin dua edeceği şey, o düşüncenin iyi-hayırlı olmasını ummak kalıyor.

Tabii ki; savaşa karar veren hiçbir devlet, geri adım atmaz fakat savaşın şiddetin yıkımın sonuçları apaçık olarak ortada olduğu ve amaçlarına ulaşamadığı görüldüğü, ilmi olarak tespit edildiği yerde, çok yüksek itirazlar yapılması beklenir. Çünkü o savaşa devleti sokan neden; Gladyo yapılar, Silah Tüccarları, Güvenlik Bürokrasisinin başka çıkarları ve amaçları olabilir. Zaten şark devletlerinde savaş, toplumsal huzur barış esenlik gibi ulaşılmak istenen hedeflerin dışında ilerler ve bu tür farklı yapılara hizmet eder. Savaşla çözülebilen hiçbir toplumsal kültürel siyasal durum da gözlenmez.

Şark devletlerinde savaş, devlet(ler)in bağımsızlığını değil tam tersine onların bağımlılığını garanti altına alan en önemli siyasi ayağı oluşturur. Tüm Şarklı milletler gece-gündüz “bağımsızlık, özgürlük” vb duygu ve isteklerle yatıp kalkmasına rağmen savaş, onları kendi iddialarından yakalayıp vurur ve sonuna kadar bağımsız değil bağımlı, efendi değil köle yapar. 40 yıldır kendi dağını taşını bombalayan Milyar dolarlarca para harcayan Türkiye’nin bölge ülkelerinden bu konuda farklı olduğunu düşünmek, sadece naiflik olarak nitelenebilir. Bunun bilimsel ve siyasal hiçbir gerçekliği de yoktur.

“Mülteci karşıtlığına (düşmanlığına)” dönersek; meselenin siyasi cephesinde bulunan fenalıklar bir yana başka toplumsal-ekonomik cephede de tutarsızlıklar bulunur. Öncelikle Türkiye gibi ülkelerde toplumsal-siyasal olay ve olgularda geçerli bir kuralı burada hatırlamak yerinde görünür: Bu tür ülkelerde ekonomik olarak ülkenin pastasını yiyenler ile ekonominin şeytanı kötülük keçisi yapılanlar yani hedefe konanlar hiçbir zaman aynı kesim olmaz; aynı göstergeyi işaret edip göstermez. Yani davulu çalan başka, göbeği atan hep başkası olur.

Mülteci karşıtlığında da bu kural tıkır tıkır işler: Yaklaşık 300 yıldır ülkenin ekonomik-sosyal-kültürel refah payından en üst faydalanan ve alan elit seçkin zümre(ler) ülkede halk arasında kin ve nefretin yayılmasını sistematik üretip yayan kesim iken; Gladyo yapılar, silah tüccarları, güvenlik bürokrasisi ülkenin yıllardır çok ciddi ekonomik kara deliği olmuşken hesap dönüp dolaşır mültecilere kesilir. Mültecilerin ülke ekonomisini batırdığını iddia edenlerin hiçbiri ülkedeki sermaye sahiplerini savaş endüstrisini de sorma gereği duymaz.

Kaldı ki; Türkiye’de mültecilere ödenen paralar içinde ciddi miktar, Birleşmiş Milletlere aittir. Ekonomi bilmine göre mültecilerin Türkiye ekonomisini (istese de) batıramayacağı ortada iken, ekonomi adına tam tersi görüşlerin öne sürülmesi olayın ekonomik değil politik gerekçelerle şekillendiğini bir kez daha ispat eder gibidir.

Mülteci Karşıtlığında (düşmanlığında) sorulmayan ve sorgulanmayan bir şey de; “Mültecilerin neden, hangi nedenden dolayı burada olduklarıdır”. Şayet sorulsa ve sorgulansa ortaya başka hesaplar çıkacağı kesindir. Dolayısıyla mültecileri paketlemek onları üreten nedenlerle yüzleşmekten daha masrafsız olduğu için bu yola tüm Türkiye olarak tevessül edilir. Oysa ülkelerinde mültecileri istemeyenler; mülteci üretmeyen, o vebale bulaşmayan hatta en uzakta duran kimseler olması istenir.

Şayet mülteci üretiminde o büyük vebalde adları yan yana yazılmışsa; mültecileri bir hayvan gibi yahut beşinci sınıf köle yığınları gibi göndermeden önce, maddi-manevi tazminat vermek, dönüş için en iyi koşulları sağlamak zorunluluk icap ettirir. Hem ülkelerini şehirlerini okullarını hastanelerini tüm altyapılarını yakıp yıkıp hem de insanları sürüler halinde göndermek, günah olarak modern siyasette teolojik bir yer ve karşılık bulmasa bile uluslararası hukukta büyük bir suç sayılır.

Tüm yazılarını göster