Sekülerizm, giderek artan baskı ve şiddetiyle her yerden çıkmaya başladı. İnsanlar onu aynı artan hızla benimsemeye, içselleştirmeye yöneldi ve yöneltildi. Sekülerizmin olup biten herşeyi betimleme, açıklama ve yorumlama gücü olması gerektiği de insanlara ayrıca telkin edildi.
Nihayetinde Sekülerizm, Sistemin ideolojik bir Din’i olarak bütünsel değerlendirildiğinde; bu durumun bir hakikat doktirini olarak karşılık bulması da aslında yadırganamazdı. Her Din, dünyayı ve şeyleri; betimleme-açıklama-yorumlama ve anlamlandırma gücüne sahip olarak konuşur. Burada problem ise Sekülerizmin Dini ve Tanrıyı ortadan kaldırma iddiasında yatıyordu. Din olmayan bir “Din” olması, onun asla hazmedemediği, kabullenemeyeceği bir şeydi ama gerçekte Din ile aynı teknik (göstergesel, anlambilimsel, yapısal ve işlevsel) bir boyutla oluşuyordu. Benzer şey, onun yine aşağıladığı Büyü ve Mitos için de söylenmeliydi: Sekülerizm her türlü “büyü” ile insanları şartlandırılmış maymunlara çevirirken (bir Batılı düşünür buna Simülark-simülasyon diyor), Bilimsel anlatılarla kendi dünyasının Mitoslarını büyük inanç ve imanla insanlara sunuyordu. Yani Sekülerizm teolojik olarak batıl bir “Din” kurup yanlış Büyü ve Mitosları kullanıyordu fakat hepsinden uzak olduğunu iddia edip üstelik buna and içiyordu.
Sekülerizm genel olarak bir “din” olduğu Büyü ve Mitoslarla çalıştığı söylenebilse de onu analiz ederken iki temel düzeye ayırabiliriz. Birinci düzey; kendi iç göstergeleri ve iddialarını, tezlerini, hipotezlerini kapsar, onların teorik ele alınmasını gerektirir. İkinci düzey ise; Sekülerizmin dış göstergeleri, bağlamı, daha çok ürettikleri yani sonuçlarını kapsar onunla yüzleşmeyi gerektirir.
Etyen Mahçupyan’ın Serbestiyet’te 11Şubat 202’te “Şehitliği Sorgulayamayan Depreme Hazırlıklı Olabilir Mi?” Yazısı kısmen birinci kısımda değerlendirilebilir bir yazı olduğundan -yer olmadığından çok kaba ve genel- cevabı hak ediyor: 1) E. Mahçupyan’ın yazısı Batı’da daha önce sıkça gördüğümüz bir noktadan başlamış; tasavvura yönelik saldırı: Depremden önce “şehitliğin sorgulanması”. Yani hiç de yabancı ve yeni bir numara değil. 2) hemen hemen her paragrafı düzeltilmesi gereken yanlışlar içerir. Bu yüzden sadece merkezdeki “teorik” iddiasını taştırmak uygun, diğerlerine de üstün körü değinmek gerek.
Şimdi;
Etyen Mahçupyan’ın Din-Kader anlayışı her “Türk” aydınında görüldüğü gibi bitik. İslâm Medeniyetinin en üst düzeyde insanlık tarihine ders verdiği teorik-düşünsel birikimden uzak olmamızın bazı belirli sebepleri var şüphesiz fakat bari bunun farkında olmak da erdem sayılabilecekken, Türk aydını bu birikimi bilmeden anlamadan aşağılamayı tercih eder. Zavallılar ne İslam medeniyeti, ne Latin-amerika ne Asya ne Afrika düşüncesini bilirler fakat Batı düşüncesinin büyüklüğünden hakikatinden şüpheleri yoktur, bilimsel olduğunu da iddia ederler. Neyse, bu konu başlı başına ele alınmalı.
Etyen Diyanet’e ölüler için Salâ verilmesini eleştirip saldırıyor fakat onun gerçek iş yaptığını da Salânın psikolojik değil ontolojik anlamını da bilmek istemiyor. “Ölümü Tadma”yı tartışıyor fakat burada birden en yobaz yere bağlıyor. Bire bir anlama sığınıyor; döner yemeyle ölümü tadmayı yemeyi eşitliyor. Yani edebi bir ifade (söz sanatları açısından) ya da gece-gündüz anlattıkları varoluşsal filozofların yorumlarıyla ele alabilecek ve anlayabilecekken işine gelmediğinden yapmıyor. Keşke “Ölüm tecrübesi”ni isim vermek istemediğim Varoluşsal düşünürlerce nasıl ele alınmış bir baksaydı (yani bari Batılı efendileri burada da dinleseydiler). Bir Profesörü “deprem veya binalar öldürmez, Allah öldürür!” ifadesini alıp yobazlığın nişanesi olarak hedefe oturtuyor. Oysa bir metnin-sözün kimin söylediği, hangi bağlamda söylendiği, belirli bir bütünlüğün parçası olup olmaması anlamı kesinlikle etkileyeceğini bilmeliydi. Batılı efendiler son dönemde Hermenötik (Yorumbilim) denilen şeyle bunu sıklıkla incelemişti. Kısaca burada popüler bir kurnazlığa başvurmuşa benziyor. İslâmın özel olmadığını söylüyor, Kaderle ilgili yorumda bulunuyor; yanlışları burada tek tek düzeltmek gereksiz fakat Batı’da olduğu gibi Seküler anlayışın Din hakkında oluşturduğu olumsuz algı operasyonları üzerinden hareket ediyor. Etyen Müslümanların düşünce yapısına da saldırıyor. Ölümle Kader arasında kurulan bir mantıksızlık görüyor fakat bu mantıksızlık onun tabiriyle “önermenin garipliğinin herkes için açık olması”, Ölümün herkes için geçerli olmasına mı, tanrının bunu önceden tayin etmesinde mi, ölüm sayısının fazlalığına mı bağlanıyor yahut bundan mı kaynaklanıyor belli değil. Buradan “dünyevi unsurların tümüyle anlamsız hale gelmesi”ne hızlıca geçiyor. Dünyevi unsurların belirli bir anlamı değeri olduğu muhakkak fakat; bunun tümüyle anlamsız olduğunu, Dinin bunları söylediğini nerden biliyor, yine belli değil. Yazıdaki temalardan “inancın bilgiyi bastırması” meselesi, İnanç/ Bilgi karşıtlığı yine Seküler paradigmanın çok sevip kullandığı, insanları Dinin aleyhine dövdüğü bir sopayı oluşturur. Etyen o sopayı “seküler düşünce geleneği” içinde kalarak eline almışa benziyor.
Yazıda en merkezi ve ciddiye alınması gereken “teorik” tez; bir yandan Din ve dinsel önermeler olması beklerken birden çok popüler olan (“doğaüstü varlıklara dayanan bütün inançların dayanağı olan”) “Ataerkil Zihniyet” yani Antropolojik bir yere bağlanıp oradan yardım çağrılıyor. Felsefi açıdan ise –kaldı ki bu en esaslı açı- (sübjektif-nesnel) İdealizm ve Rasyonalizm karışımı, pozitivizm karşıtı bir düşünceyi eleştirip buradan çıkacak olan bir dizi önermeleri (yaratıcının varlığı, ruhun varlığı ve ölümsüzlüğü, inancın hakikati, tinsellik ve yaratıcılık, dünyeviliğin önemsizliği…vb) sorguluyor. Bu temel açı ise “Gerçeklik hakkında bilgi edinebilme kapasitesini ise söz konusu gerçekliğin zihnimize ‘yansımasında’ arar. Buna göre, zihnimizde oluşan deneyim ve imgelerin gerçekliğinden kuşku duyulamaz, çünkü onlar gerçekliğin doğrudan yansımasıdır.” Diyerek açıklar. Şimdi a) Etyen’in kendisi de -genel olarak kendi düşüncesi de- eleştirdiği yani idealizm-rasyonalizm karışımı akılcı çok da katı pozitivist olmayan “hümaniter” bir yerde durur fakat kendisi nedense Dinsel değil Seküler modern düşünceye sahiptir b) Etyen şayet hakim düşünceye baksaydı post-modern, postyapısalcı dünyada eleştirdiği dinsel düşünce yapısının kralını görebilirdi. Onların en iyi seküler biçimler olarak da önde koştuğunu görebilirdi c) kaldı ki; fizikte görecelik, antropolojide; perspektivizm, mantıkta; 3 halin mümkünlüğü sembolik modül, matematikte; belirsizlik olasılığı vb bunca göreceli teorilerin hipotezlerin zihinsel kavramsal gerçekliklerin Sekülerizmi zayıflatmayıp daha güçlendirdiğini ilginç bir biçimde izleyebilirdi. Atom altında belirsizlik artarken yaratıcının kaybedilmesi bilimsel kisveyle Sekülerizme uygun yapılması da onun düşünsel gücünden ziyade sadece totaliter-otoriter gücüyle açıklanabileceğini görebilirdi d) öte yandan Platoncu (Hegelci-Bergsoncu-Dekartçı…vb) olmayan oraya girmeyen İslam düşünce geleneği de var. Bu ne olacak? Sanırım bunlar, Etyen Mahçupyan’a göre ya Müslüman olamayan ya da az Müslüman olanlar sayılmalıydı. Öte yandan Aristo/Platon karşıtlığı, Batı düşünce modeli içinde sunulan saçma sapan bir eksendir. Çünkü her ikisi de hem orijin olarak Mısır-Fenike’den tamamen çalıntıdır; Batı içinde yeniden kurgulanmıştır hem de düşüncenin kendi yapısı dahilinde böyle keskin bir ayrımın (bilim/anti bilim) olması başlı başına tartışmalıdır. Bugünkü bilimsel kriterler (mitlere) göre; en büyük filozoflar bile anti-bilimci olmaktan kurtulamaz (Batılılar da dahil).
Etyen; bu düşünce yapısının “Şehitliği” yüceltip Milliyetçilik, Devlet Bekası gibi aşkın varlığı beslediğini söylüyor. Diğer yandan “Taliban Usülü dinselliğin milliyetçileşmesi” gibi bilinç altında son derece olumsuz göstergelere yaslanıyor ve aslında düşünsel değil politik göndermeler yapıyor yani bel altı da vuruyor. Oysa Mahçupyan şayet Milliyetçiliğin tarihi ve kökenlerini okusaydı; onun Seküler bir zihniyetin anlayışın hediyesi olduğunu da görebilirdi. Milliyetçilik, başlı başına seküler bir ideolojidir ve sahipleri de öyledir. Yani hem kendisi hem de bağlamının Din ile alakası yoktur. Ulus Devlet ve dünyayı cehenneme çevirmiş diğer siyasal modeller-çareler gibi. Buradaki temel sorun; Seküler modern devletin bir şeyleri (kavramları anlayışı) Dinselleştirerek zorla insanlara dayatmasıdır. Yani Dinin devleti değil devletin Dini dönüştürdüğü kendisine uydurduğu söylenmesidir ve dünya üzerinde halen herşeyi en kötü feci biçimlerde kullandığının ifade edilmesidir. Bu durum; ilmi olarak ayrıca daha tutarlı doğru olacaktır.
Sekülerizm’in ikinci düzey açısından ele alınması ortaya ne denli büyük fecaatin çıkmış olduğunu yeterince gösterir. Çünkü bu düzey, onun sonuçlarıyla yüz yüze kalacağımız düzeydir ve maskesinin düştüğü yerdir: Sekülerizm bizlere sadece Dini devletten ayırmaktan bahsetmiyor. Dini; ahlaktan, sanattan, ekonomiden vb ayırmaktan bahsediyor fakat bizler bu cehennemi Dinden değil onun zihniyetinin egemen olması ve doğallaşmasıyla yaşıyoruz: Sekülerizm; a) Kolonyalizmiyle; dünyayı halen cehenneme döndürerek (katliam-yıkım talan tecavüz ederek) b) devletleriyle; insanları oyuncaklaştırarak c) İlaç Endüstrisiyle; biyolojik fareye çevirerek d) Silah Endüstrisiyle; kurban ederek e)Üretim-Tüketim, Porno-Eğlence Endüstrisiyle; hayvanlaştırarak e) Para (bankalar-borsa-kripto vb) Endüstrisiyle; nitelikli dolandırıcılıkla tokadlayarak ve onları yetiştirerek her şeyin sebebidir. Din onun dünyası içinde varolmaya çalışırken ihalenin Dine kesilmesi tamamıyla akıl tutulması ya da üst düzey bir sahtekarlıktır. Etyen’in dediklerinin tersine; Dünyayı araçsallaştıran fakat geriye de hiçbir dünya bırakmayan tek şey, Sekülerizmdir. Batı harici dünyanın % 85 i fakru perişanlık içinde yaşarken; tüm hayatın biricik yaşamın dünya olduğunu, sadece bu dünyanın gerçek olduğunu söylemek ve insanlara bunu hakikat olarak dayatmak, insanlık tarihi boyunca yapılan en nitelikli sahtekarlıktır. İnsan aklı ve vicdanı tarihte hiç bu kadar aşağılanmamıştır. Dini devletten ayırmış olan modern Seküler Devletler yeri gelince her alanda olduğu gibi tüm pislikleri temizlemesi için Tanrının eline süpürge ve faraş vermekten kaçınmamıştır. Kitle imha silahı kullanan seküler zihin ve devlet, Tanrıyı ve Dini zalim olmakta itham etmiştir. Düğüne çağrılmayan bir Tanrıyı cenazeye çağırmak her türlü felakette hesap kesmek Seküler bir modaya dönüşmüştür. Kısacası: Sekülerizm; en ilkel, barbar, zalim bir dindir; insanlığa öbür dünyayı zaten bırakmayacağı gibi bu dünyayı da bırakmamak için elinden geleni yapmıştır.