Ruhun kütlesi 21 gram mıdır?

İnsanlar öldükleri anda 21 gram hafifleşmektedirler. Bu, vücuttan çıkan ruhun ağırlığıdır. Bilim insanları X yılında kapalı bir vakumda yaptıkları deneyle bunu ispatlamışlardır. Böyle bir iddia ortaya atılmıştır. Peki gerçek midir?

Gerçek değildir.

Gerçek Ne?
Ruh, bilimsel bir kavram değildir. Bugüne kadar böyle bir "olgunun" varlığına dair hiçbir somut, güvenilir, tekrar edilebilir ve mantıklı veriye ulaşılamadığı gibi, bilimin böyle kolaya kaçan, uydurma yanıtlara herhangi bir ihtiyacı da olmamıştır. İnsanların anlayamadıkları davranışları ve genel olarak insanın hayatta olmasının, bilincinin, sözde "özgür" iradesinin, benliğinin anlayamadıkları "kudretini" açıklamak için uydurdukları, beden-üstü olduğunu iddia ettikleri ve asla ölmediğini düşündükleri (çünkü insanlar öldükten sonra tamamen yok olma fikrinden korkarlar) bir mittir. Yani bu mitin içerisinde bir başka mit bulunmaktadır (mitception!).

İddianın Kökeni
11 Mart 1907 tarihinde New York Times Gazetesi'nde (sayfa 5) ve Nisan 1907 tarihinde American Medicine dergisinde çıkan bir makalesine göre Massachusetts'teki bir hastanede görev alan Dr. Duncan MacDougall, ruhun varlığını ispatlamak ve ağırlığını ölçmek için vakumlu olmayan bir ortamda, kütle kaybının olabileceği bir şekilde, bir deney hazırlamıştır ve ölmekte olan 6 hastasının ölüm anını takip etmiştir. Bu hastalardan sadece 1 tanesi 3/4 ons (yaklaşık 21 gram) kütle kaybetmiştir. Kalan 5 tanesinde hiçbir kütle değişimi olmamıştır (veya deney güvenilir ortamlarda yapılamadığı için denek verileri reddedilmiştir). Doktor, 15 köpekle deneyi tekrar etmiş ve hiçbirinde kütle değişimine rastlamayarak "İnsanların ruhu vardır; ancak köpeklerin yoktur." şeklinde anlamsız bir sonuca ulaşmıştır.

Bilgiler
Deney, kontrollü bir düzenek ile yapılmadığı için zaten baştan başarısızdır. Tek bir örneğin kütle kaybının hiçbir anlamı yoktur. Böylesine hassas bir deney için en azından 30, mümkünse yüzlerce örnekten veri toplamak gerekir.

Yazar kalan 5 örnekteki kütle kaybı olmayışını tuhaf bir şekilde "teknik aksaklık" olarak tanımlamıştır; ancak kütle kaybı olan tek 1 örneği "isabetli" olarak değerlendirmiştir. Bu, araştırmacı önyargısına ilginç bir örnek teşkil etmektedir.

Dahası, deneyin metodolojisiyle ilgili de bol miktarda sıkıntı bulunmaktadır. Örneğin ölüm anı, günümüz modern teknikleriyle bile tam olarak belirlenememektedir. Buna karşılık MacDougall, makalesinde 40 dakikalık bir zaman dilimindeki değişimleri not almıştır. Bu zaman aralığında yaşanan değişimlerin "ruh çıkışı ile ilgili" olduğunu düşünmek için herhangi bir sebep bulunmamaktadır. Daha büyük bir sıkıntı ise, "ruh" kavramını bilimsel bir kavrammış gibi ele almaktan kaynaklanmaktadır. İnsanların "ruh" gibi bir kavramı icat etme nedenleri, günümüz psikolojisi sayesinde net olarak bilinmektedir; bunu buradaki yazımızdan da okuyabilirsiniz.

Kısaca, yapılan deney popüler kültürde bir mit olmayı başarmış; ancak bilimsel herhangi bir değeri olmayan bir denemeden ibaret görülmelidir. Gerçek bir bilim insanının, 6 insan ve 15 köpek üzerinde yapılan bir deneyde, 5 insanda ve 15 köpeğin tamamında herhangi bir kütle değişimi olmuyorsa, sadece 1 değişime bakarak insanların "ruh"u olduğunu çıkarmak yerine, 5 insan ve 15 köpeğe bakarak hayvanların bedenüstü herhangi bir özelliğe sahip olmadıklarını veya en azından ölüm sırasındaki kütle kaybının önemsenmeyecek miktarda olduğunu ve çevresel/fiziksel unsurlara bağlı olduğunu çıkarması gerekirdi.

Hele ki "fizik-ötesi" olduğu iddia edilen bir varlığın, fiziksel özelliklerle tanımlanması başlı başına bir felsefi çelişki yaratmaktadır. Bu çelişki, bilimsel bazı ek sorunlarla da pekiştirilmektedir. Örneğin eğer ki ruh bir "enerji formu" ise, söz konusu 21 gramlık kütlenin enerjiye dönüştüğü dolaylı olarak iddia edilmiş olmaktadır. 21 gramlık bir kütlenin enerji karşılığı 451 kiloton TNT ile eşdeğerdir. Bu, her ölen kişinin Hiroshima'da patlayan atom bombasının 30 katı saf enerji saçması anlamına gelecektir. Bu, doğru bir iddia değildir.

İnsan Vücudu Ölüm Sonrası "Gerçekten" Hafifleyebilir mi?
İnsan vücudu, öldükten sonra hafifleşir; ancak bu sabit bir şekilde "21 gram" olarak hiçbir bilimsel deneyde ölçülmemiştir. Bu kütle kaybının sabit bir değer olması beklenmemektedir. Buna rağmen ölüm sonrası kütle kaybı olduğu doğrudur.

Öldüğümüzde idrar torbası gevşeyerek içeride bulunan idrar dışarıya çıkar; rektum gevşeyerek bağırsaklarımızdaki dışkı dışarı çıkar; akciğerlerimiz gevşeyerek barındırdıkları havayı dışarı bırakırlar ve hatta derimizden kimi zaman vücut sıvıları dışarı akabilir (örneğin ağzımızdan tükürük akar). Tüm bunların toplamı, kişilerde farklı miktarlarda kütle kaybına sebep olabilmektedir; bu gayet doğaldır. Bunun, ruh gibi bir bilim-dışı kavramın kütlesi ile ilişkilendirmek hatalıdır.

Diğer Ölçüm Araştırmaları
1998 yılında Donald Gilbert Carpenter tarafından yazılan "Ruhu Fiziksel Olarak Tartmak" başlıklı kitapta söz konusu deneyin doğru olduğu savunuluyor. Bu kitapta diğer hayvanlarda kütle kaybının olmayışı "Köpeklerin ruhu çok hafiftir, o yüzden kantar tartamaz." gibi bir açıklamayla savunulmaktadır. Carpenter, bu hayali açıklamasını daha da ileri götürerek ruhun kütlesiyle ilgili matematiksel bir formülasyon uydurmuş ve köpek ruhunun 1.8 gram olduğunu, bunun kantarın hassaslığından düşük olduğunu ileri sürmüştür. Carpenter, İsa peygamberin de ruhunu hesaplamış ve 384 gram olduğunu bulmuştur.

Daha da ilginç bir durum var: Gerçekten bu kütleyi ölçmeye çalışan bazı diğer araştırmalarda, kütle artışı gözlenmiştir! 2001 yılında koyunlar üzerinde yapılan bir araştırmada, ölüm sırasında kütlenin 1-6 saniye boyunca 18 ila 780 gram arasında arttığı belirlenmiştir. Bu araştırma da tıpkı diğeri gibi çok güvenilir değildir; ancak nihayetinde, farklı araştırmalarda birbirinden tamamen alakasız ve zıt sonuçlar elde edilebildiği, bu kütle değişimlerinin anlamlı olmadığı kolaylıkla görülebilir.

Bu Tarz Deneylerin Ortak Hatası
Duke Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Dr. Gerry Nahum, araştırmayı incelemiş ve hatalarını tespit etmiştir. En temel hata, deneyin sadece bir tartı üzerinde yapılması, vakumlu bir ortam yaratılmamasıdır. Çünkü söz konusu tartılar, yeterince hassas olmadıkları için açık havadaki her türlü değişimden etkilenebilirler. Dolayısıyla ölen vücutlar kapalı, mühürlü ve vakumlu bir kutuda bırakılmalıdır.

İkinci sorun, bunun sadece kantara bakılarak yapılamayacak olmasıdır: Elektromanyetik detektörler kullanılmalıdır. Eğer ki kütle kaybı oluyorsa, bunun olduğu anda detektörler enerji değişimini ve akışını yakalamak zorundadırlar. 21 gram, yukarıda belirttiğimiz gibi çok yüksek enerji akışı demektir ve bu, bu kadar yakın mesafeden kolaylıkla tespit edilebilir.

Son olarak kütle kaybı yaşanıyor olsa bile, bu illa "ruh" anlamına gelmemektedir. Beynimiz elektrik faaliyetleriyle çalışan bir makinedir ve öldüğümüzde, vücudumuzda ve özellikle beynimizde bu hücresel metabolizma sayesinde barındırılan enerji serbest kalır. Dolayısıyla ölüm, ister istemez (ter veya nefes kaybına gerek kalmaksızın bile) enerji ve kütle kaybını beraberinde getirebilecektir; bunda şaşılacak bir taraf yoktur.

Şunu çok iyi anlamak gerekiyor: Bilinç, soyut değil, somut bir kavramdır. Bilinç, düşünce, algı gibi olgular da tamamen maddeseldir. Nörobiyolojik süreçler durduğunda, bilinç, düşünce ve algı gibi "soyut" olduğu iddia edilen süreçler de durmaktadır. Dolayısıyla ölüm sırasında bunların yitirilmesi, etrafa belli düzeyde enerji saçılmasına neden olabilecektir.

Dr. Nahum, ölüm sonrası beynin işlevsizleşmesinden ötürü kaybedilen verilerin, bit başına yaklaşık 3x10−213x10−21 joule enerjiye eşit olduğunu söylemektedir. Bu, 1 kilogramın milyar kere milyar kere milyar kere milyarda biridir. Şu anda beynimizde depolanan bit sayısı tam olarak bilinmemektedir. Ancak ne kadar olursa olsun bu faaliyet ve bunun değişimi, elektromanyetik detektörler tarafından algılanabilecek düzeydedir. Ruhun varlığı, ölüm sırasında "göğe yükselmesiyle" değil, vücut içerisinde varlığı doğrudan ispatlanırsa doğrulanacaktır. Böyle bir şey bugüne kadar yapılamadığı gibi, daha önceden de söylediğimiz gibi, bilinç, düşünce, algı gibi olguları açıklayabilmemiz için böyle bir varlığın var olmasına gerek de yoktur. Bugün bunlar zaten açıklanabilir unsurlardır.

"Doktor" MacDougall'in Yetkinlik Problemi
Tüm bu yaygarayı koparan doktorumuz MacDougall'ın "doktorluk" ünvanını "homeopati" alanında aldığını söylemiş miydik? Gerçi kendisi art niyetli biri değildi; ancak yaptığı çalışmanın bilimsel açıdan zayıflığını ve halk üzerinde yaratacağı gereksiz ve hatalı heyecanı öngörmesine rağmen güvenilmez sonuçlarını yayınlamayı tercih etti.

Tabii ki bu tür araştırmalar yapılabilir, her iddia test edilmeye açıktır. Ancak doğru düzgün etik onayların alınmadığı, test düzeneğinin son derece güvenilmez olduğu, tekrar edilmeye müsait olmayan biçimde yapılan, kısaca "bilimsel sayılamayacak olan" bir deneyi basmak, modern bilimde kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.

İşte sahtebilimin tehlikesi de zaten budur: gerçek veriler sunmadan, insanları gereksiz yere heyecanlandırır ve hatalı yönlendirir.

Wicked, En İyi Film Oscar’ını Kazanabilecek Mi? Wicked Filmi Rotten Tomatoes'ta Büyülü Bir Başarı Elde Etti Netflix, Scott Pilgrim Takes Off Animesini Resmen İptal Etti Emeklilikte Yeni Dönem: Kademeli Sistem Gündemde Narin Güran Cinayetinde Telefon Görüşmesi Şüpheleri Artırdı Narin Güran Cinayetinde Şok Deliller: Katil Amca Salim Güran mı?