LANETLİ BİR AŞK HİKÂYESİ: DEVLET / MUHALİF İLİŞKİSİ

LANETLİ BİR AŞK HİKÂYESİ: DEVLET / MUHALİF İLİŞKİSİ

Servet Kızılay dibacedergisi@gmail.com

Erken Dönem:

Devlet muhalefet ilişkisi dönemler arasında belirli değişiklikler gösterse de modern anlamda anladığımız bugünkü politik muhalefet, Osmanlının son döneminde ortaya çıktı. Bu dönemin özelliği; Batı’dan gelen farklı cereyanların olmasına karşın Osmanlının belirli oranlarda bir gücü hâlen elinde tutabilmesiydi. Böylelikle Devlet-muhalefet ilişkisinde şu tablo ortaya çıkıyordu: “Muhalifler” öldürülmesi değil, kazanılması gereken kimselerdi. Muhalifler, devlet- saray tarafından belirli yerlere sürülürdü: Malta- Kıbrıs- Fizan(Libya)- Kahire (Mısır) gibi son dönem revaçta sürgün yerleri vardı. Muhalifler bu ve benzeri sürgün merkezlerine 6 ay veya 3 yıl arasında ortalama gönderilirdi. Bu zarf boyunca kendisinde keskinliğin devam edip etmediği bir yumuşama olup olmadığı da gözlenirdi. Sürgün muhalife arada bir “gayrı resmi” bazen “resmi” aracılar gider hal hatır sorar durumu Saraya bildirirlerdi. Şayet Muhalif biraz “mâkul” yani anlaşılabilir-uzlaşılabilir noktaya gelmiş ise ona orta ya da nispeten iyi bir makam teklif edilirdi. O da buna teveccüh göstermek yahut sürgünü biraz daha uzatmak seçeneğiyle baş başa kalırdı. Devletten Muhaliflik yoluyla mevki ve makam elde etmenin karlı bir yol olduğunu gören bazı kimselerin buna meylettiği dâhi söylenirdi. Devletin-sarayın buradaki hedefi son derece basitti: Siyasi fikirlerin toplumda okumuş eğitimli kesimde devletle olan bağı koparmasına müsaade etmemek.Onları kazanmak, merkez etrafında toplamak.

Geç Dönem:

Devlet- Muhalif ilişkisinde; Batı’lılaşmanın getirdiği tehlikeler ve ard arda gelen yenilgiler sonucunda çok ciddi bir kırılma yaşadı. Bu dönemin özelliği; ipler elden kaçtıkça Devlet reflekslerinin kaybedilmesiydi. Bu döneme damgasını vuran, Devlet-aklını oluşturan, Muhaliflere karşı tavırda Devleti köklü bir şekilde dönüştüren aktör İttihadçılık ve İttihadçılardı. Bundan sonra Muhalifler, kazanılması değil yok edilmesi gereken düşmanlardı artık. Başka bir fark ise; Muhaliflerin niteliğindeki değişmeydi. Muhalifler, okumuş yazmış kişileri değil Halkı göstermeye başladı. Geç dönemin birinci kısmında; Muhalifler, geniş halk kesimi daha doğrusu ahali oluyordu: Osmanlı güç kaybettikçe, sorunları çözemedikçe faturayı Ahaliye kesmeyi bir marifet saydı. İttihatçı J(C)emal Paşa, Suriye’de halkın İngilizlerle işbirliği yaptığını gerekçe göstererek binlerce kişiyi canlı canlı kazıklara geçirerek katletti. Katledilenler içinde 10- 15 yaş arasında yüzlerce çocuk vardı. Artık “Muhalif olma”nın anlamı, devlet-aklında giderek değişti: “Muhalif” kavramı, “kukla-tetikçi-işbirlikçi-maşa-vatan millet düşmanı-haini, hain- (bugün terörist)”anlamına geldi. Muhalifler, Batının sözcüsü ilan edildi fakat işin garibi Batı sözcülüğünde en çok pay halka verildi. Geç dönemin ikinci kısmında; İttihadçı reflekslerle bezenmiş Devlet-aklı, okumuş yazmış eğitimli kesimi de nihayet yok edilmesi gereken Muhalifler listesine yazdı. Muhalifler, sokak ortalarında (bugün de devam eden ) yargısız infaz edildi. Sokak ortasında infaz edilenler, İttihadçılara karşı geldiği için mi yoksa Batı ajanı-sözcüsü olduğu için mi infaz ediliyordu belli tam olarak değildi. Halk ile okumuş yazmış kesim arasında şöyle bir fark vardı: okumuş yazmış eğitimli kesimde Batı ajanı sözcüsü bulmak, bazen bir hayaleti bulmak kadar zordu fakat halk kesiminde bu durum güneş gibi apaçık var olduğu kabul edildi. Bugün bu dönemin devam özelliği net gözlemlenebilir. Mesela; Türkiye’de en güçlü lobi ABD ve AB lobileriyken onun neredeyse hiçbir elemanı üyesi sözcüsü ajanı bir türlü gösterilemez fakat Kürtler apaçık eleman üye işbirlikçi kukla maşa işbirlikçi ajan ve sözcü ilan edilip görülebilir.

Cumhuriyet Dönemi:

Bu dönemde Devlet/ Muhalif ilişkisinde; İttihadçı devlet reflekslerinin en istikrarlı şekilde sürüp devam ettiği görüldü. Buna ilaveten devlet/ muhalif ilişkisinde keskinliği artıran bir gelişme daha yer aldı: Yeni “Oligarşik” zümreler ortaya çıktı. Bu zümreler, Devlete Batılılaşmayı sattığı halde sattıkları şeye sahip olmayan, Irkçılık ve Milliyetçilik yapıp kendi ırkları nesepleri tartışma götüren, Halkı ve onun değerlerini aşağılayan, ana karakteri Seküler olan, düşmanlaşmayı ve ötekileşmeyi sistemli hale getiren..vb niteliği taşıdı. Bu elit-seçkin zümre-lerin dedeleri, babaları, evlatları Dış-Mihrak denilen düşmanla (Batıyla) her türlü ilişkiye giriyordu: Avrupa’da oralarda eğitim almış dil öğrenmiş kariyer yapmış ticari ilişkiler kurmuş yetmemiş oranın vatandaşı bile olmuştu fakat olumsuz anlamda Batının en büyük ajanı tetikçisi sözcüsü sözde halk ilan edildi. Bugün bu görüş halen canlılığını ilk günkü gibi koruyor, halen geçerli, halen kamplaştırıcı ayırıcı işlevini ve tek taraflı hareketini muhafaza ediyor. Üniversitelerde Akademisyenler-Aydınlar-Medya-STKlar eliyle siyasal kavramlar tek taraflı olarak olumsuz niteliğiyle imkan ve kabiliyeti olmayanları ezip geçiyor. Mesela; Vatan hainliği, bırakın vatanı satmayı evinde satacağı eşyası olmayanları hedefe koyuyor. Bu ülkede ekonomiyi-savunmayı-kültürü- siyaseti elde tutanlara yansıtılması gereken kavramlar asimetrik hareketle fakir fukaranın belirli mevki makamı taşımayanların üstüne dönüyor.

İktidar/Muhalefet konum olarak değişkenlik gösterse de yani bir dönem iktidar olan başka zaman muhalif kalsa da Devlet-aklı hem İttihadçılığın ona kök saldığı bakış açısını hem de yeni “Oligarşik” elit-seçkin zümrelerin Batıcı ve Seküler karakterini kendi varlığının esası saydığından bu ilişki çok sağlıklı kurulamıyor. Bir de buna kendi içindeki “muhalif” kavgalar eklenince göz gözü görmez oluyor. Devlet de kimi yakalarsa- tabi aşağıya daha fazla- ona hesap kesiyor fakat çoğu zaman “eşeğini dövemeyen ( o zümrelere söz geçiremeyen) Devlet, semerini (bizleri) rahatlıkla dövüyor”.

Tüm yazılarını göster