Sakarya derin bir tarihi geçmişe ve kadim bir kültüre sahiptir. “HABERFOKUS” ailesine merhaba dediğimiz ilk yazıda, Sakaryalılar için çok değerli olan bir efsaneden dem vurmuş ve şehrimizin bir “efsaneler hazinesi” olduğunu vurgulamıştık. Çeşitli istişareler neticesinde bunu bir seriye dönüştürmeye karar verdik.
Yeşilin ve mavinin her tonunu barından; doğası, gölü ve piknik alanları ile yerli ve yabancı birçok turistin gözde mekânları arasında yer alan Sapanca ilçesi, Sakarya şehrinin en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Marmara Bölgesinin en gözde tatil noktalarından biri olan Sapanca, doğal güzellikler ile çevrili bir cennettir adeta. Bu yazımızın konusunu “Sabancı Baba Efsanesi” oluşturmaktadır. Hazırsanız başlıyoruz!
Efsaneye göre bugünkü Sapanca Gölü’nün bulunduğu yerde bir zamanlar verimli topraklar varmış. Bu toprakların üzerinde de halkının refah seviyesi oldukça yüksek bir kasaba varmış. Kasaba halkı zenginmiş zengin olmasına da bencillik ve cimrilik ruhlarını ele geçirmiş. Günlerden bir gün Adapazarı’nın güneyindeki Erenler tepesinde ikamet eden, gözünü dünyaya kapamış, sürekli olarak nefsi ile mücadele eden, gönlünü Allah aşkıyla doldurarak samimi bir şekilde Allah’a ibadet eden erenlerden Eren Dede, bu kasabaya inmiş.
Selam vermiş, selamını alan olmamış; konuk olmak istemiş, kimse davet etmemiş. Yürüyerek kasabaya indiği için de oldukça yorulmuş. Bu fakir fakat gönlü zengin dervişe bir bardak su bile fazla görülmüş. Akşama kadar yorgun argın, aç susuz dolaşmış. Akşam olunca yürümekten bitkin bir halde, adım atacak dermanı kalmamış. Tam kasabayı terk edecekken ötelerde küçük bir kulübeden sızan mum ışığını görmüş, ona doğru yönelmiş. Bir de bu kapıyı çalayım, belki bir gönül yoldaşı bulurum, diye düşünmüş.
Kulübenin kapısına vurmuş. Kulübede geçimini sapan yaparak idame ettiren, fakir ama bir o kadar da iyi kalpli bir adam yaşıyormuş. Orası kasaba halkına saban yaparak geçimini sağlayan sabancının iş yeriymiş. Kapıyı çalmış, az sonra sabancı güler yüz ile konuğuna açmış kapıyı: “Buyurun, hoş geldiniz, safa getirdiniz. Ocaktan tencereyi şimdi indirdim. Yemeğimi paylaşacak bir konuk göndermesi için Allah’a niyaz ediyordum.” demiş. Derviş memnun bir şekilde başköşeye oturmuş. Sabancı sofrayı kurmuş, nesi var nesi yoksa dervişin önüne getirmiş. Yemekten sonra yatak hazırlamış ve konuğunu yatırmış.
Sabah erkenden kalkmışlar. Derviş, teşekkür ederek sabancıdan izin istemiş, sabancı da onu karşıdaki tepelere kadar uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün? Kasabanın yerinde koca bir göl var! Ne ev bark ne de tarla tapan kalmış. Koca göl, hepsini bir anda yutuvermiş. Kasaba tüm bencillik ve kötülükleriyle sular altında yok olmuş. Kendisinden başka hayatta kimse kalmamış. Sabancının küçük kulübesinden başka da hiçbir şey yokmuş. Yani dervişin ahı tutmuş ve kırılan bir gönül koca bir kasabaya mal olmuş. O günden sonra bu koca göle “Sapanca“ adını vermişler.
Efsane bu şekilde. Tam da yeri gelmişken bir kültür değerinin ülkemizin ekonomi hayatına sağlayacağı katkıyı da değerlendirmeliyiz. Sapanca sakinleri iyi bilirler ki Sapanca ilçesi merkezine gelenleri göl sahiline ulaştıran bir sokak vardır: Özkum Sokağı. Burası birkaç yıl önce Sapanca Sanat Sokağı şeklinde düzenlenmiştir. Çeşitli sanatsal ve kültürel aktivitelerin icra edildiği ve pazarlandığı bu sokak, Mahalli İdareler Araştırma ve Geliştirme Merkezi tarafından düzenlenen Etkin Belediye Proje Yarışmasında ödüle layık görülmüştür.
Bu sokağın girişinde Sapanca Gölü Efsanesi’ni simgeleyen figürler de yer almaktadır. Kentlerin sahip oldukları ‘imgelerin’ kültürel bağlamlarının yanında ekonomik bir sermayeye dönüştürülmek için kullanılmasına ne de güzel bir örnek…
Unutmamalıyız ki inanç bağlamlı anlatılar olmaları, efsaneleri insanlığın en eski dönemlerine değin götürmekte, onları aynı inançla bugüne taşımaktadır. Toplum hafızasında yer alan bu efsaneler, sözel hafızadan mekâna aktarılarak mekânın kutsallığını ve önemini gözler önüne serer.
Efsane dünyasının kapısını araladığımızda kendimizi dünyanın en göz alıcı renkleriyle boyanmış bir tabloyla karşı karşıya buluruz. Bir sonraki yazıda buluşuncaya dek düşünelim: Sakarya’mızın gizemlerle dolu efsanelerini ne kadar biliyoruz?