Türkiye’nin yurt dışında kendisine eşdeğer gelişen bir ülkesi var. Bu ülkenin sınırları farklı devletlerin kentlerine yayılmış durumda. İşçi veya beyin göçü adı altında bu yapının nüfusunu ve nüfuzunu artırması farklı yorumlanabilir. Bu nüfusun cüzi bir kısmı Türkiye’ye geri dönerken ekseriyeti bulunduğu yerde yerleşik kalıyor. Dışarıda ki bu Türkiye’nin potansiyelinin ülkemize yüzde kaç oranında katma değer sunduğunu ölçmek gerekir. Yada kayıp oranını bilmek… Elde edilecek veriler konu ile ilgili stratejik çalışmalara ışık tutacaktır. Bu konudaki tarihi sürecin serüven analizi ayrı bir başlık…
1830 yılının sonlarında padişah 2. Mahmut, Koca Hüsrev Paşa ve Fransız asıllı seyyah ve şarkiyatçı Pierre Amédéé Jaubert koordinesinde 4 kişilik öğrenci grubu batı eğimini almak üzere Fransa’ya gönderilir. Devlet destekli bu ilk grupların yanını sıra büyüyerek ve çoğalarak yurt dışına çıkan öğrenci gruplarının sayısı günümüzde yüz binleri bulmaya başlamıştır. Bununla birlikte ülkemizde zekâ ve eğitim kazanımları yeterli olan on binlerin yurt dışında çalışma talebi, politize olmuş tartışmaların ötesinde ele alınamıyor. Uluslar arası düzeyde ilklere giren üniversitelerimizin olmayışı, özgün kabiliyet ve çalışmaların başarısını örtemez. Selçuk bayraktar’ın başkanlığını yaptığı “Baykar Teknoloji Kurumu” eğitimli ve yetenekli İnsanlarımıza sunduğu imkânların ölçme ve değerlendirilmesine somut bir modeldir. Teknolojinin farklı dallarında, sağlık ve eğitim alanlarında benzer olanak ve organizasyonlar ülkeye boyut kazandırabilir. Rutin-geleneksel çalışmaların ötesinde sıra dışı fikirlere fırsat ve ortam sunulmalıdır.
Zor ve kısıtlı şartlarda yetişen beyinlerinin yurt dışındaki ekonomik kazanım ve çalışma ortamlarına beleş kaptırılması düşündürücüdür. Ülkemizde özel ve özgün çalışma modellerinin varlığı resmi mekanizmadaki karar vericileri suçlar niteliktedir. Özel sektörün mesafeli durduğu alanlarda ülkenin devletçi anlayışı inisiyatifi ele alabilir.
84 milyon insanın yaşadığı zengin ve farklılıkları olan bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu nüfusun içinde yeteneklerini fark eden, özgün becerilere sahip on binlerce insan yetiştirilebilir. Planlı organizasyonlarla, sağlanacak ortamlarda bu değerler, yaşam alanları ile buluşabilir. Bunların önemli çoğunluğu çözümü mümkün sorunlardan dolayı heba olmaktadır. Bu insanlarımızın önemli bir kesimi ilgi duydukları alanda gelişmek, düşündükleri fikirleri gerçekleştirmek ve hayal ettikleri dünyada yaşamak için yurt dışına çıkmaya çalışmaktadır. Bütün doğal zenginlilere sahip anayurdunu terk edip, soyut dünyalarında ulaştıkları düşünceleri gerçekleştirmek için yabancılaşmayı kabul edenlerden vaz geçilmemelidir. Bilgi+yetenek+deneyim denkleminde gelişen kuşaklar arasında mekânda kopmalar gelişimin önünü tıkayacaktır. Yetişen nesiller çırak olarak atölyelerine yerleşirken üst nesil ustaları atölyelerde hazır olmalıdır.
Farklı iklim ve yer şekillerine sahip ülkemizde sayısız yer altı ve yer ütü zenginlik kaynaklarının varlığı gömü olarak tanımlanabilir. İnovatif zekaların bu değerleri optimal düzeyde ve türde kullanıma hazır hale getirmeleri elzemdir. Beklenti ve ihtiyaçların sınır tanımadığı çağımızda geleneksel yöntemler her alanda yetersiz kalmaktadır. Ülkemizden daha yoksun bazı ülkeler, yüksek refah seviyelerini yaratıcı zekâların ortaya koydukları uygun çalışma modellerine borçludur. Global ölçekte oluşan bir mekanizma, zeki ve çalışma disiplinine sahip bireyleri bu ülkelerde bir araya getirmektedir. Tarih boyunca dünyanın en cazip coğrafyasına sahip ülkemizin bilim, felsefe ve sanatta bir toplanma merkezi olmaması incelenmeye değerdir. Hiçbir ülke bu kadar kolay ve ucuz bir şekilde zihinsel değerlerini kaybetmeyi hak etmez.
Farklı platformlara sahip tüm kesimler geçmişe halatlar ile bağlı kalarak erk ve iktidar paylaşımı için boğuşuyor. Samimi olmayan sahte ritüeller dışında zihniyet akrabalığı olan bu kesimleri üstte veya altta, sağda ya da solda, az veya çok olmaları hedefleri olmayan bu insanların menfi amaçlarını değiştirmiyor. Bilim, felsefe ve din; geçmişe bağlılığı değil geleceğe yürümeyi hedefler. Bilim ispatlanmış deneylere, felsefe tartışılmış yorumlara, din geçmişin içtihatlarına saplı kalamaz. Bu saplantıdan nemalananlar elbette geleceğe sırtlarını dönüp, gözlerini ve kulaklarını kapatacaklardır. Bilimin, felsefenin ve dinin dili çatışmayı, kargaşayı değil barışı ve huzuru sağlar. Ölümün, acının, yokluğun çoğaldığı yerlerde “kullanılan” bilim, felsefe ve din sahtedir. Gerçek şu ki; bu disiplinler arasında bir bağ vardır. Beraber gelişir yada birbirlerini çürütürler.
100 yıldır bu coğrafya zamanımıza ve geleceğimize hiçbir katkısı olamayan absürt konuları tartışıyor. Kamuoyu önünde tartışılması gerekmeyen ya da sadece haber olacak konular “planlanmış amaca”” hizmet etmek için aylarca gündemde kalıyor. Konuları tartıştıran “sahipler” belagatı güçlü hatipleri kullanarak ülkenin geleceğini manipüle ediyor. Yatay veya dikey yönde şahsi ve geçici kazanımlara sahip olanlar genel ve kalıcı kazanımlara ihanet ediyor.
190 yıl önce 2. Mahmut döneminde Koca Mehmet Hüsrev Paşa’nın destekleri ile eğitim amaçlı Fransa’ya giden Edhem, Ahmed, Abdüllatif ve Hüseyin adındaki ilk dört öğrenci başarılı bir eğitim sürecinden sonra Osmanlıya geri dönerler. Bunlardan İbrahim Edhem Paşa 2. Abdülhamit döneminde sadrazamlığa kadar yükselir. Osmanlı döneminde batıya eğitim amaçlı giden binlerce beyin Osmanlının geleneksel yapıya sahip kurumlarında dönüşümleri gerçekleştirmede zorlanır. Türkiye Cumhuriyeti döneminde Batının eğitim yapıları olduğu gibi alınır. Onlarca yıl boyunca yapılan revizyonlar beklentilere karşı yetersiz kalır. Başarıya aç, kendini ispatlamaya çalışan bireylerin ayıklanması gerekir. Bu kurumlarda yetişen yüz binlerce başarılı yetenek doğru adreslerde konuşlandırılmasına ihtiyaç var.
Tarih boyunca siyasi+ekonomik güç merkezleri yetenekli zekâların çekim merkezi olmuştur. Samsatlı Lukianos M.S. 2. Yüzyılda Mezopotamya’dan Atina’ya göç etmeseydi bir gevende veya heykeltıraş olarak Samsat’ta yaşamını sürdürecekti. Tarih benzer hayat hikâyeler ile doludur. Siyasi+ekonomik güç merkezleri el değiştirdikçe göçün yönü de değişmiştir. Atina’dan sonra sırası ile İskenderiye (Mısır), Cündişapur (İran), Bağdat (Irak), Şam (Suriye), Kurtuba (Endülüs/İspamya), İstanbul (Türkiye) beyin göçünün cazibe merkezleri olarak tarihteki misyonlarını oynamıştır. Günümüzde ise eğitim ve araştırma amaçlı yaşanan göçler birçok ülke arasında geçişgenlik göstermektedir. Başta ABD olmak üzere batı ülkeleri kaptıkları hazır yetenekli zekâlar ile konforlu bir hayat sürmektedir.
Evet, ülkemizde üniversite ve orta öğretim düzeyinde farklı ülkelerden gelerek eğitim alan on binlerce öğrenci bulunmaktadır. Ancak; koşullarımız bu yabancılar ile birlikte kendimizden olan yetişmiş yetenekleri ülkemizde tutamıyor yada değerlendiremiyor. Eğitim yapımızdaki revizyondan çok siyasi, ekonomik ve hukuk yapımızdaki istikrar ve güç mekanizmaları geliştirilmeli ve iyileştirilmelidir.